Mete`nin Blog Listesi

Mete'nin Videoları

Aviatic (Uçakçı)

Kuklabaz

Pink Floyd

15 Eylül 2007 Cumartesi

ASPENDOS



AIDA
Antalya’nın Serik (Aspendos) ilçesinde kurulan Akdeniz Üniversitesi Serik Meslek Yüksekokulu, öğrencilerinin teknik birikimlerinin yanı sıra, çeşitli masabaşı çalışmaları ile teorik açıdan güçlendirilmelerini hedeflemiştir. Bu doğrultuda, çeşitli sahne bilgi ve tecrübelerini de kapsayan "Tiyatro Tarihi ve Kuramları" üzerine bir dizi seminer düzenlememe ve çeşitli saha araştırmaları yapmama olanak tanınmıştır.

Katılımcılar için Aspendos Tiyatrosu ve Antalya Stüdyoları’nı da kapsayan bu Sahne Tasarımı Bölümü Stajyer Öğrenci Çalışma Dosyalarının, sonraki eğitim öğretim yılında kredili ders olarak müfredata geçirilmesi düşünülmüştür.

AIDA
Akdeniz University Serik Vocational School established in Serik (Aspendos) county in Antalya aims to strengthen theoretical knowledge of the students as well as to improve their technical skills. Therefore, Akdeniz University provided important facilities for me to give a series of seminars called “The History of Theatre and its Theories” including different knowledge and experiences about the stage to students and to make field practices.

This Internship Study Records (Files) in the Department of Decoration Design including Aspendos Theatre and Antalya Studios were considered to be accepted as a course and applied in the curriculum of the following year.

LİR TİYATROSU



ESTELLE
Çalışmalarını 1965 yılından günümüze sürdüren Ege Üniversitesi Tiyatro Topluluğu- EÜTT, öğrencilerin çağdaş ve üretken bireyler olarak yetişmesinde kendi üzerine düşen görevi tiyatro yoluyla üstlenmektedir.


Öğrencilerin eğitimleri sırasında edindikleri donanım ve bilgilere, amatör sanatın getirdiği duyarlılıkla, bir tiyatro seyircisini ekleyebilmek topluluğun ana hedefidir.

Kentli bireyler olarak, yerleşke ve kent kültürü içinde sanatsal beğenilerin gelişmesine katkıda bulunmayı arzu etmektedirler.

Burada dinlediğiniz eserlerin tümü, Ege Üniversitesi Tiyatro Topluluğu’nun 1998 ve 1999 yıllarında sergilediği “Görüşmeler”, “EASUS” ve “Gizli Oturum” isimli oyunların sahne müziklerini temel almakta olup, tüm beste ve düzenlemeleri Lir Tiyatrosu’na aittir.

Yeni yapılan kayıt çalışmalarımızı kapsayan bu derlemeyi, siz değerli dostlarımıza sunmaktan büyük mutluluk duyuyor, destek veren herkese teşekkür ediyoruz.

Lir Tiyatrosu, İzmir’in onlarca asırdan beri birlikte sürdürdüğü müzik ve tiyatro düşüncesine ait olma içgüdüsüdür.

Bizler bu çalışmayı Tarık Yolu’nun anısına, amatör tiyatrolar için uğraş veren herkese ithaf ediyoruz.

Ines: Yasemin Tuğluer
Garcin: Deniz Soydaş
Estelle: Nihan Ertaş
Fotoğraf: Alahattin Kanlıoğlu
Piyano: Levent Deniz Sönmez
Yaylı Tambur: Mete Cantekin

Tam Kadro
· Aslı Ozaner
· Elçin Takavcı
· Oya Aksay
· Başak Göçmen
· Erdem Gündüz
· Özgür Sarıca
· Barış Özdener
· Gizem Güneş
· Selda Bikir
· Bilgin Karadeniz
· Gözlem Eyler
· Sema Kolcular
· Deniz Soydaş
· Hasan Taşkın
· Serkan Saylan
· Engin Bayrak
· Hatice Gözaçan
· Tümer Turan
· Erdem Evren
· Nihan Ertaş
· Uğur Küçükboyacı
· Erkut Pekingör
· Mete Cantekin
· Yalçın Oksaz
· Umut Esen
· Seçil Menekşe Akar
· Yasemin Tuğluer
· Nalan Bilgin
· Onur Avcı
· Ayşegül Kibar

ESKİZLER




ATTİLA
Mustafa Kemal Ergenekon

— CUNCTA SUPERCİLİO MOVENTİS.
Hratius. (odes 3, 1)
—Kaşlarının çatılışıyla evreni sarsan…

TÜRKİYE YAYINEVİ, 1938

ARMAĞAN

Ateş dallarımda ay, süzülürken şafağın,
Yıldızlar emiyorken filizlenen sesleri;
Ey sevgi yaprağında uyanan güzel peri,
Hülya ağacından in! – Bahar dolu kucağın…

Renk renk çiçeklerini der, bu tılsımlı çağın.
Tan üstü bir tül gibi çiğlesin çemenleri…
Gök erguvan – yer yeşil – açan goncalar iri…
Alevden bir şarkıyla tutuşsun kor dudağın;

Köpüklenen denizden vuran mavi bir ışık,
Yıldızlı bir saç gibi şarkında uçuşacak.
En sık ormanlardan, en dik dağ başlarına çık!

Şafağın gülüşüyle tunçlaşıyorken yüzün,
Kızıl bir kaynak gibi gözlerinde gündüzün
Altından bir güneşle - bir dünya tutuşacak!

2, 9, 1935

Kişiler
ATTİLA
COŞKUN
TUNGAR
VALTER
ONEJES
EDEK
ORESTES
BİR ZABİT
ÜÇ BAŞBUĞ
BİR ÇOBAN
BİZANS ELÇİ HEYETİ (PRİSKOS, VİJİL, MAKSİMYANUS)
İKİ MUHAFIZ
ROMA KRALI 3. VALANTİNUS
GENERAL AETYUS
ROMA SENASINDAN BİR KAÇ SENATÖR
BİR ROMA ASKERİ
HUN ASKERLERİ
ECE KERKA
TUNA
İLDİKO
ONURİ


“Quadrupedum cursu tellus concussa gemebon;
Scutarum somitu panidus super iuioman acther,
Ferra silvat micot totos ruillando per agres.”

(Valthard’ Aquitane)
(67-69)

—Aynen çevirmesi

“Toprak inildiyordu atlarının altında;
Gök kubbede kalkan sesi yankılanıyor;
Kırda, mızrak ormanı, güneşlerde yanıyor.”

M. K. E.



FRANKENSTEIN
Marry Shelley

Kişiler
Ucube
Victor Frankenstein
Kaptan Watson
Elizabeth
Justine
Henry Clerval
William Frankestein
Prof. Waldman
Baba Frankestein
Kör Adam
Genç Adam
Genç Kadın
Tayfalar

1. GEMİ

Sahnede Kaptan Watson görülür. Seyir defterine yolculuğun ayrıntılarını kaydetmektedir. Watson Antarktika’da keşfe çıkmış, ancak gemi buzulların arasına sıkışıp kaldığından tüm gemi tayfası ile birlikte çaresizlik içinde olduğu yerde hareketsiz beklemektedir. Direkte bir siluet görülür. Görüldüğünü fark eden karanlık atlayarak gözlerden kaybolur. Bir silah sesinin ardından tayfalar gemiye yaklaşmakta olan birini fark eder. Adam geminin rotasını merak eder. Yönün “kuzey” olduğunu öğrenince bundan vazgeçip vazgeçmeyeceklerini ısrarla sorar. İkna olduktan sonra binmeye karar verir. Kendini tanıtır. Adamın adı Dr. Victor Frankenstein’dir.

KAMARA

KAPTAN WATSON

(Seyir defteri sahnesinin ardından bir el silah sesi duyulur.1. Tayfa içeri girer)

1.TAYFA

Kaptan buzların üzerinde bir adam var: yönümüzü soruyor.

PRUVA

KAPTAN WATSON

Aman tanrım, sen hey yolcu, çabuk, gemiye çıkmalısın.

FRANKENSTEIN

Olmaz kaptan yapamam. Önce geminin ne yöne yol aldığını öğrenmem gerek.

KAPTAN WATSON

Çıldırdınız mı siz. Bunun ne önemi var. Az daha orada kalmakta ısrar ederseniz donmanız kaçınılmaz.

FRANKENSTEIN

Siz rotayı söyleyin Kaptan.

KAPTAN WATSON

Ne yönden geliyordu bu adam.

2. TAYFA

Güneyden geldi.

KAPTAN WATSON

Kuzey. Kuzeye gidiyoruz. (Gemiye tırmanır)

FRANKENSTEIN

Geri dönmeyi düşünmüyorsunuz değil mi kaptan?

KAPTAN WATSON

Asla bayım.

FRANKENSTEIN

Bu çok iyi; mükemmel. (FRANKENSTEIN bayılır)

KAMARA

FRANKENSTEIN

Bugün günlerden ne kaptan.

2. TAYFA

Pazartesi… On üç… Haziran…

FRANKENSTEIN

Haziran demek.

KAPTAN WATSON

Burada ne işiniz var bayım. Anakara parçasından kilometrelerce uzaktayız.

FRANKENSTEIN

Anlatsam da inanmayacaksınız kaptan.

1. TAYFA

Biz denizciler ufku geniş insanlarızdır bayım. Buzda yürümekten fazlasını yapmaktan da çekinmeyiz.

FRANKENSTEIN

Saygısızlık etmek istemezdim ama o…

KAPTAN WATSON

Kim?

2. TAYFA

Ateş ettiği adamı söylüyor efendimiz?

1. TAYFA

Söyleyin bayım kimdi o, kime ateş ediyordunuz?

KAPTAN WATSON

Rahat bırakın adamı dinlensin.

2. TAYFA

‘O’ dediği bütün köpeklerimi öldürdü kaptan.

FRANKENSTEIN

Ona niçin saldırdınız?

1. TAYFA

Ya siz? Arkasından kur yapmak için takip etmiyordunuz herhalde.

FRANKENSTEIN

Anlatsam da bana inanmayacaksınız kaptan.

KAPTAN WATSON

Burada olduğunuz sürece güvendesiniz. Dinlenmeye çalışsanız iyi olur. İzin verirseniz, silahınıza burada ihtiyacınız olmayacak.

FRANKENSTEIN

Hayır, bu mümkün değil, silahımı alamazsınız kaptan. Anlamıyorsunuz hiçbirimiz güvende değiliz. Asla da olamayız.

KAPTAN WATSON
Bu gemide 43 tayfa var; rahat olun.

FRANKENSTEIN

Adedin önemi yok. Hiç birimiz emniyette değiliz diyorum size.

3. TAYFA
Hey kaptan, bir de şu çantasındakilere bakın. Bir sürü tıbbi araç ve gereç. Bir de bir garip sıvı kap.

KAPTAN WATSON

Asıl silahlarınız buysa bize bazı açıklamalarda bunmanız gerekiyor. Zihnimizde şimdiden yeterince huzursuzluğa sebep oldunuz.

FRANKENSTEIN

Adım Victor Frankenstein. Doktor...
GÖRÜNMEZ KENTLER
Italo Calvino
Türkçesi: Işıl Saatçıoğlu

Kişiler
KUBİLAY HAN
MARCO POLO

1 XENADU SARAYI

KUBİLAY
Tüm amblemleri tanıdığım gün Marco Polo; imparatorluğuma sahip olabilecek miyim nihayet?

MARCO
Hiç heveslenme Kubilay Han, o gün sen kendin amblemler arasında amblem olacaksın.

DİOMİRA Kentler ve Anı 1

Altın bir horoz, altmış gümüş kubbe, bronz tanrı heykelleri

İSİDORA Kentler ve Anı 2

Horoz dövüşü, dürbün ve keman yapımcıları

DOROTEA Kentler ve Arzu 1

Deveci

ZAİRA Kentler ve Anı 3

Sokak lambası, ip, takma el

ANASTASİA Kentler ve Arzu 2

?

TAMARA Kentler ve Göstergeler 1

Kerpeten, kupa, terazi ve aslan, yunus, yıldız heykelleri

ZORA Kentler ve Anı 4

Müzik partisyonu, bellek

DESPİNA Kentler ve Arzu 3

Deveci, denizci

ZİRMA Kentler ve Göstergeler 2

Zeplin, dövmeci, vagondaki şişman kadınlar

ISAURA İnce Kentler 1

Yeraltı gölü, rüzgârgülleri

TEHLİKELİ İLİŞKİLER

“Yahut Bir Toplumda Derlenip Başka Toplumlara İbret Olsun Diye Yayınlanmış Mektuplar Tomarı”

Choderlos de Laclos (Roman)
Christopher Hampton (Oyunlaştıran)

Çeviren (Roman):Nurullah Ataç
Çeviren( Oyun):Aziz Çalışlar

Kişiler
MARQUISE DE MERTEUL
MADAME DE VOLANGES
CECİLE DE VOLANGES
VİCOMTE DE VALMONT
MADAME DE ROSEMONDE
PRESIDENTE DE TOURVEL
CHEVALIER DANCENY
MONSIEUR BERTRAND
MONSIEUR PREVAN
MARECHALE
PERE ANSELME
COMTESSE BEALIEU
AZOLAN
COMTE DE GERCOURT
EMİLİE
CLEMENTE
PHLLPPE
VICTOIRE
ADELE
JULIE
C. de LACLOS

1 PROLOG

Elinde bir tomar mektup ile Choderlos de Laclos ön sahneye gelir. Seyirciye kitabı hazırlayanın önsözünü aktarır.

“bu kitaba elime geçen mektupların ancak küçük bir kısmını alabildim. Bana bu mektupları sıraya koyayım diye verenlerin onları kitap halinde çıkarmak niyetinde olduklarını zaten biliyordum; emeğime karşılık olarak ben sadece öyle uzun olanları kesip, bazı yerleri düzeltmek için izin istedim. Razı olmadılar. Maksatları bu mektuplardan alınmış bir kitap çıkarmak değil, bu mektupları tanıtmakmış. (…) öyle sanıyorum ki kötü ahlaklı kimselerin iyi ahlaklıları yollarından ayırmak için ne gibi düzenlere başvurduklarını göstermek ahlaka hizmet etmek demektir. Bu mektupların böyle bir hayrı dokunabilir. Zaten buna inanmasaydım kitabı da ortadan kaldırırdım, bu mektupları da.”

DR. JEKYLL & MR. HYDE
Robert L. Stevenson
Çeviren: Zarife Laçiner

Kişiler
HARRY JEKYLL
EDWARD HYDE

JEKYLL’IN ÇALIŞMA ODASI

HARRY JEKYLL

Ben 18** yılında, birçok sanayi kuruluşunun hisselerinden oluşan büyük bir servetin mirasçısı olarak doğdum. Çok yetenekli bir insan olduğum gibi, yaratılış bakımından da çalışkandım. İyi ve kafalı insanların saygısını elde etmeye bakardım. Bundan dolayı, kestirilebileceği gibi, parlak ve onurlu bir geleceğin güvencesi altındaydım. En büyük kusurum, taşkın bir neşem olmasıydı. Bu neşe birçoklarını mutluluğa ulaştırmıştır, ama ben başımı hep yükseklerde tutmak ve herkesin önünde çok ağırbaşlı görünmek isteğiyle yandığımdan bu neşeyle bu isteği bir türlü uzlaştıramazdım. Bu yüzdendir ki ben de gizli gizli zevk ediyordum. Ne yaptığımı düşünecek çağa varıp da çevreye baktığım, toplumdaki konumumu ve ilerleyişimi düşündüğümde, kendimi güçlü bir ikili yaşamın içinde buldum. Kendimi sorumlu tuttuğum yolsuzluklar, olasıdır ki birçok kimse için erdem bile sayılabilirdi; ama ben yüksek amaçlar peşinde koştuğum için, bunları hastalık diyebileceğim bir utançla ayıp saydım ve başkalarından gizledim. İşte böylece, kusurlarımın gittikçe artmasından çok, içimdeki isteklerin egemenliği beni bu duruma düşürdü: insanın ikiyüzlü doğasını hem ayıran, hem de birleştiren o iyilik ve kötülük dünyalarını, bende, birçoklarında olduğundan daha derin bir uçurumla birbirinden uzaklaştırdı. Bundan dolayı, dinin özünde yer alan ve acıların en büyük kaynağı olan o çetin yaşam yasasını derin ve sürekli olarak yaşamaya başladım. Böylesine geniş bir ikilik dünyası içinde bulunduğum halde, hiçbir bakımdan ikiyüzlü değildim. Kişiliğimin her iki yüzündeki davranışlarım da içtendi. Toplum karşısında bilimin derinliğine daldığım ya da bir acıyı dindirmeye çalıştığımda nasıl benliğime egemen idiysem, her türlü toplumsal kuralı ve yasayı bir yana bırakıp kendimi rezaletin kucağına attığımda da benliğime aynı derecede egemendim. Tümüyle gizemcilik ve ruh sorunları üzerine olan bilimsel araştırmalarımın yönü de…


PERSLER
Aiskhlos

“Aiskhlos’un günümüze eksiksiz kalabilmiş oyunlarından olan Persler’de [Persoi, İ.Ö. 472], Atina’nın Salamis deniz zaferi anlatılır. Oyunda, izleyiciler Pers kraliçesi Atossa’yı oğlunun bozgununu izlerken görürler; bu arada Kserkes, kuşatmayı zorlaştıran kentte yaşayanların mal-mülklerine zarar veren bir kişi olarak canlandırılmıştır: Hanedanların hırslarından kaynaklanan felaketlerin arka arkaya gelmesi Aiskhlos’un yapıtlarının ana temasıdır.”

KRAL LEAR
William Shakespeare

“Kral Lear’daki sineğin bir sebepten yoksun öldürülmüş olması esprisine benzer bir sahne Titus Andronicus’ta da vardır. Titus Andronicus oyunu, birey ve grupların kim ya da kimlerden oluşurlarsa oluşsunlar, kendilerinin yarattığı bir düzen içerisinde aciz ve aşağılık bir konuma “yükselişlerinin” oyunudur.

Titus Andronicus’ın düzene verdiği diyetler ve feda ettikleri, adakları, kendi öznelliğini bir biçimde yok saydığını gösterir. Kendi üzerinden uyguladığı bu teslimiyet, psikolojik ve fiziksel şiddet ile kendi öznelliğini de yok etmesine yol açar.

Kendi yaşamı ve topyekûn tüm yaşam üzerindeki bu hâkimiyet kurma arzusu, onu karşılıklı küçümseme ve kinin esiri haline getirir. Kendini gerçekleştirme ve var etme arzusu ile birlikte yok etme içgüdüsü birbirinin nedeni ve sonucu olarak, oyunu anti- hümanist bir yapıya götürür.

Titus Andronicus, tahammül edilemez bir durumu düzeltmeye kalksa da, bunu tahammül edilemez durumun yemi haline geldikten sonra yapmaya çalışır. Oyuna dair beklenti her zamanki güvenilir gelenekleri tam olarak yerine getirmez. Irksal gerilim ve fiziksel şiddet ile bu neredeyse imkânsızdır.

Günümüz seyircisi ise bu duruma hazırlıklıdır. Seyirci koltuğunda rahatça otururken karakterleri mekân içinde güvende değildir. Uyumun sağlanmasına ve arttırılmasına yönelik etkin çaba kendilerini kurtaramadıkları bir tuzağa dönüşür.

Bu uyum ve güvenlik kendilerini imha eder. Böylece oyundaki karşıtlık kurulmuş olur. Aidiyet ve koruma, güvenlik ve güç, emniyette olan seyirci üzerinden vahşilik, korku, yitirme ve ihanet ile adeta dengelenir. Bu güvensizlik ortamı, bir gerçeklik daha katarak gerçekliğin ölçeğini ve sınırlarını genişletmeyi, tanımlanabilen gerçekliğin üstüne çıkmayı hedefler.

“silahların gölgesinde aşk ya da belgesel drama” diye; günümüz kes- yapıştır/ tak-çalıştır düşüncesine istinaden, Shakespeare dilindeki şiddet, lirik insan gerçeğini yansıtır. Seyircinin gözü önündeki bu öldürme eylemleri; intikam, arınma ve yeniden doğuş eylemleridir artık.”



MASABAŞI














TULANİ PERDELER
Mete Cantekin

Kişiler
Âşık
Hayali
Koro

1 TANYERİ

ÂŞIK

Bu karşılaşma tüm börkü böceği susturacak derecede gerilim yüklüdür.
Doğa pür dikkat kesilmiş, gereksiz tüm kımıldanmalarını kesmiştir.

HAYALÎ

Güneş battığı denizlerde ne kadar serinlerse,
Doğarken bir dağ yamacından, yine böyle zinde gözükür.

ÂŞIK

Peki ya biz nasıl görüneceğiz bu dağ yamacından tan vakti?

HAYALÎ

Bu kadar basit değil dedi Âşık.
İhanet aşkta en uygun zamanı beklese de, geciken özre bir daha vakit ayrılmaz.

ÂŞIK

Gözleri mırıldandı ben söylemedim
Susmaya ayırdı o son geceyi

Havaya mı aldandı gün erinmedi
Uykuya ayırdı o son dileği

Gözleri aydınlandı geri dönmedi
Gölgeye ayırdı o son yüreği

Nefesinden kirpiklerime sindi
Gözlerimi kırptım sesi kısıldı

Ya benimle aramaya devam et
Ya aradığım ol uğurböceği

Yarın dediğin dün akşam oldu
İlk ruhun ilk kana mehtabı sundu

KORO

Perde!
Kanayan her mehtaba bir sitem buluyorsun
Her dalgaya bir kürek
Her buluta bir martı
Bile bile mi doğdu yılan suyundan kelebek
Sen kartala ayrılan yollardan geçiyorsun

Uyuduğunda beni görmeni istiyorum
Uyandığında beni görmeni istiyorum
Basit bir fikir
Yalandan dahi olsa iş görebilir
Masum denizden
Yarını öten kuşlara söylüyorum
“Ayrılık görüntüdedir”

2 MÜLAYİM VÜ MÜLA MU

ÂŞIK

Işıkta gördüm ilk kez, adın duydum rasgele
Tanış gülüş sırnaştık, yetiştim gözlerinde

Mülayim vü Müla mu, kim âşık kim hayalî
Uyusun da unutsun aşk mı yoksa hayal mi
Mülayim vü Müla mu

HAYALÎ

Vakit yok sanrılar uykuda
Gölgeler gibi yola yayılır
Yarım ağızlı kurukafa
Süzülür caddelerin uğultusunda rüzgâr
Gözlerinde kıvrılır kaldırımdan kurtçuklar

ÂŞIK

Kumu süren adımı hafiflettikçe buhar
Bekleyenin mi var diye fısıldadı bahar
Görünmez karanlıklara dalan telkari sulardan
Parıldayan seraptır göğsünde ruhlar açan

HAYALÎ

İlerledikçe yolları kesen bu yılan gibi
Usulca dökülür aklın uçurumlarından
Son şansın yokluğunda kaybolur neşe
Yaktığımız şiirlerin ruhlarıdır çağrılan

KORO

Perde!
Dökülen her damlaya bir bahçe kuruyorsun
Dalla örtülür böcek
Yaşlı kuru yaprağı
Döne döne mi çıktı ormandan labirentler çizerek
Sen ardına bakmadan çöllerden geçiyorsun

Uyuduğunda beni görmeni istiyorum
Uyandığında beni görmeni istiyorum
Kuru bir nehir
Elini açmış olsa yaş sekebilir
Kayan gözlerden
Damadan gelen pullara söylüyorum
“Ayrılık görüntüdedir”

3 İLHAN ile KARAVAŞ

ÂŞIK

Ne ses gelir ne ışık, kahve falına bakar
Güneşe eğilmişken, adedi tamam sayar

Sinbâd’ la Alâeddin, her işe böyle başlar
Kaybettiği pabucu, sihirli lamba sayar

HAYALÎ

Sen zaman hakkında hiçbir şey bilmiyorsun dedi Kubilay Han
Sır olan unutulur
Unutulan
Sır olmaktan çıkar
Gölgen yola düşmeden öldüğünü bilir her asker
Kırılan oyuncaklar gibi
Kaybolup gitti tüm kentler

ÂŞIK

Yalan ağızlar söyledi nereye gömüldüğünü
Saçıldı inciler evlendi duvar
Bir eli yılan bir eli yumruk gözlerinde siper
Yalnız yiterken talihsiz
Yalnız yiterken güvende
Her aşk böyle başlar biri uyur biri bekler

KORO

Perde!
Parlayan her seraba bir ninni uyduruyorsun
Beşiğinde tanır bebek
Sineksiz örümcek ağını
Sile sile mi indi maviyi cennetten mor melek
Sen üstüne basmadan eşikten geçiyorsun

Uyuduğunda beni görmeni istiyorum
Uyandığında beni görmeni istiyorum
Hafif bir zehir
Bizi ayırmış olsa kalp edebilir
Kara üzümden
Sureti solan renklere söylüyorum
“Ayrılık görüntüdedir”

4 GÖZLERİN GÖZYAŞLARIN

ÂŞIK

Mavi dünse, gündüzleri çağırın
Dalgaları, yelkenleri
Denizleri, meltemleri
Mehtapları, gelgitleri
Balıkçılları, fenerleri

HAYALÎ

Çağırın
Gökyüzü beni deniz feneriyle nişanla
Gök kubbe beni deniz feneriyle nişanla
Bağırın
Gök kubbe feneri bana geri getir
Gökyüzü bana denizi geri getir

ÂŞIK

Sen güneşin kızısın
Artık tüm deniz misafirin
Denizi yurt yapan güneş, yıldızlar işaretin
Hıçkıran gökyüzü, çıldırtan gök kubbe hayalin

HAYALÎ

Kendini suretinden, aklını karadan
Adını denizden ayırıp
Rüyaları seyre dalıp
Selam verin

ÂŞIK

Ayaklarına kapanıp
Dalga geçin
Gülümseyin

HAYALÎ

Yumuk gözlerle yorgun gözükmeyin
Selam verin
Gülümseyin

ÂŞIK

Gözlerin gözyaşların
İkisine de sahip olmak tüm arzum
O güzel gözlerinde avunmak yavrum
Ufuklarında dolaşmak
Çenenden tutmak
Kaldırmak kafanı
Yaklaşmak yaklaşmak
Bir noktada durmak
Alt üst fark etmez
Seni öpmek sana sarılmak
Tüm acım bundandır

Tüm acım bundan
Hiçbirini yapamamak

KORO

Perde!
Kaybolan her rüyayı bir hayra yoruyorsun
Kanat vurup uçmak gerek
Kapanmadan göz ağrısı
Gide gide mi vardı kıyıya şafakta her dilek
Sen karşıdan karşıya aynadan geçiyorsun

Uyuduğunda beni görmeni istiyorum
Uyandığında beni görmeni istiyorum
Küçük bir sihir
Hayalden gerçek olsa cam bölebilir
Düşen serçeden
Rüzgârı savuran ellere söylüyorum
“Ayrılık görüntüdedir”

5 DENİZATI DENİZATI DOĞURUR

ÂŞIK

Lütfen…
Söyle, de ki Hayali…

HAYALÎ

Topu burnunda çeviren fok
Sepetten yükselen yılan
Tahta sırıklar üzerinde yürüyen cambazlar
Bunlara sevimli sevimli bakan üç çocuk
İkisi erkek biri kız
Bir oyun
Bir deniz
Bir güneş
Her biri için
Biri boğulur
Diğerleri devam eder

ÂŞIK

Su zaman
Gül hayat
Biz kaktüs çiçeği

HAYALÎ

Bir vazoya konan kuş gibi…

ÂŞIK

Biliyorum ki ben
Bir ağaç olabilirsem
Ağaçtan uzanan dalda bir yaprak kurur

Biliyorum ki ben
Bir yaprak olabilirsem
Yaprağı savuran rüzgârda bir martı durur

Biliyorum ki ben
Bir martı olabilirsem
Martının konduğu denizde bir balık vurur

Biliyorum ki ben
Bir balık olabilirsem
Doğanın adı denizatı olur
Denizatı doğurur
Denizatı denizatı doğurur
Denizatı denizatı doğurur
Denizatı denizatı doğurur…

KORO

Perde!
Kımıldayan her resme bir göz kırpıyorsun
Şeridi geçti geçecek
Hayali hilal sarkacı
Azar azar mı içti kuyudan ayrılık çekerek
Sen tadına bakmadan kendinden geçiyorsun

Uyuduğunda beni görmeni istiyorum
Uyandığında beni görmeni istiyorum
Kısa bir tasvir
Mevsimi bölmüş olsa kim bilebilir
Sızan düşlerden
Boş geçen yıllara söylüyorum
“Ayrılık görüntüdedir”

6 I.O.

HAYALÎ

Gece rimel aktı su kan
Su kan seyir yıldızından

Balık ağı yırttı su kan
Su kan pul pırıltısından

Gözlerini açtı su kan
Su kan lir tiyatrosundan

ÂŞIK

Orfe seni bulacak Eurydike
Hades kıyısında bir sahnede
Vazgeçip her şeyden dünyada seni
Aramak bir yaşama biçimidir

Beklediğini biliyor
Seni bulacak Eurydike

HAYALÎ

Yürürken uyandığım harabeler
Çarpık sahile vuran larvalar
Eğer insanı görebilsin diye
Denizden yıldız çıkarmak gelmez akıllarına
Ne üçayak üstüne kuruludur çadır
Ne geceye atılan balıkçı ağlarına
Kumlara saplı dişler gibi
Gecenin ardındadır çoğul seyirci
Akıl koltuğuna kurulur gölge
Buzul çatlar
Köpek dişi emildikçe

ÂŞIK

Beklediğini biliyor
Seni bulacak Eurydike

HAYALÎ

Oyun içinde oyun
Oyun içinde üç dalga

Marakas içinde badem
Çadır içinde gazlı lamba

Kavle içinde kalem
Kalem için de son damla

KORO

Perde!
Yollanan her kente bir imge gizliyorsun
Hayat sürgün bilecek
Sahne kurup yıkmayı
Güle güle mi sardı sarmaşıktan korkuluğa iz sürerek
Sen belleği olmayan girdaptan geçiyorsun

Uyuduğunda beni görmeni istiyorum
Uyandığında beni görmeni istiyorum
Uzak bir şehir
Nerede kurulmuş olsa gün gelebilir
Fer fecir gözlerden
Gönle ırak ufuklara söylüyorum
“Ayrılık görüntüdedir”

7 YARASA ATASÖZÜ

HAYALÎ

Buhar oldum, buhar oldum, buhar oldum...

ÂŞIK

Ayna kulağına fısıldar…

HAYALÎ

Buhar oldum, buhar oldum, buhar oldum...
Sessizlik Hakkı bilir
Altta kalanın canı çıkar

ÂŞIK

Ayna kulağına fısıldar
Duyanın çenesine vuracak
Gördüklerini

HAYALÎ

Buhar oldum, buhar oldum, buhar oldum...
Çatlak Ses iyidir
Çınlamadan bir şey çıkmaz
ÂŞIK

Dişi kurbağanın gözünden…
HAYALÎ

Buhar oldum, buhar oldum, buhar oldum...

ÂŞIK

Dişi kurbağanın gözünden
Gölün çevresini dolaşıp
Nehrin kalbine iner

HAYALÎ

Buhar oldum, buhar oldum, buhar oldum...
Bir yarasa atasözü var
Yüzü gülenin boyu uzar
ÂŞIK

Mağarada baykuşların…

HAYALÎ

Buhar oldum, buhar oldum, buhar oldum...

ÂŞIK

Mağarada baykuşların
Yuttuğu damla misali

HAYALÎ

Buhar oldum, buhar oldum, buhar oldum...

ÂŞIK

Bunlar hayalinin sözleri değil dedi Âşık
Bunlar hayalinin sözleri değil
Oyun aynı oyun
İnsan aynı insan ama sen
Zaman hakkında hiçbir şey bilmiyorsun
Mısra mısra gösterim; perde perde yükselir
Sen ki mısrayı bilmiyorsun
Gördüğün mısrayı
Perdeyi nereden bileceksin
Görmediğin perdeyi

Bunlar âşığın sözleridir
Ben sadece bir hayalîyim…

KORO

Perde!
Çözülen her çapaya bir olta asıyorsun
Sonsuza dek sürecek
Madalyonu dolunayı
Yazı tura mı çekti toprağı buluta seçerek
Sen aklına takılan kurşundan geçiyorsun

Uyuduğunda beni görmeni istiyorum
Uyandığında beni görmeni istiyorum
Yaşlı bir sedir
Yerini oymuş olsa ser çekebilir
Giden akrepten
Köprüyü tutan taşlara söylüyorum
“Ayrılık görüntüdedir”

8 BUHARKENT BİR BURGAÇTIR

HAYALÎ

Âşık söyle, sen gördüğün her şehre âşık olursun. Peki ya o şehirlerde...

ÂŞIK

Bu soru kuraldışı hünkârım.

HAYALÎ

Ne kuralı, neden?

ÂŞIK

Ben bu şehirleri gezerken tüm güzelliklerini de içinde görürüm. Caddelerini, sokaklarını, tüm eski yapılarını... Kentlilere karışmak, onlarla konuşmak isterim. Kent, bu anların toplamıdır benim için.

HAYALÎ

Kendine ayırdığın özel anlar da mı olmuyor hiç senin? Gezdiğin şehirlerde, daha önce hiç görmediğin kadar güzel, senin için çok özel olabilecek biriyle hiç mi tanışmadın?

ÂŞIK

Her şehirde, elbet, bir tanesiyle, karşılaşmışımdır.

HAYALÎ

Öyleyse, ne diye lafı ağzında geveleyip duruyorsun, söylesene, sorun nedir?

ÂŞIK

Her şehirde birinin olması…

HAYALÎ

Şehirleri bırak, olup bitenleri anlat.

ÂŞIK

Kuraldışı dediğim de tam burası işte. Olan olaylar o şehirlerde mi gerçekleşti hatırlayamıyorum. Tanıştığım kadınların hiçbiri o şehrin yerlisi değildi. Başka bir yerde doğmuş ve o şehre göç etmişlerdi.

HAYALÎ

Tıpkı senin gibi bir gezgin miydiler yani?

ÂŞIK

Değillerdi elbette, ama ben ki masal olmak isteyen bir gezginim, o kadınların bana doğduğunu söyledikleri şehirleri değil görmek, isimlerini dahi şimdiye dek hiçbir yerde duymadım.

HAYALÎ

Durum esrarengiz bir hava aldı sanki. Hayal kuruyorlardır.

ÂŞIK

Belki. Belki de hiçbiri bulundukları kentten dışarı bile çıkmamıştı. Hepsi de o kente ait kadınlardı. Hayal görüyorlardı, kim bilir?

HAYALÎ

Sana doğdukları kentler hakkında anlattıkları nedir o halde?

ÂŞIK

Anlattıkları, yaşadıkları kente, ya da sizin-benim bildiğimiz bir başka kente, hiç mi hiç benzemiyordu, efendimiz.

HAYALÎ

Bana o kentleri anlat. Görmediğin, duymadığın, bilmediğin ve benim de tanıyamadığım o güzel kadınların doğduğu kentleri...

ÂŞIK

Onları anlatmak gezmediğimiz kentleri anlatmak gibi bir şey olur, ilhanım.

HAYALÎ

Henüz gezmediğimiz demek istiyorsun.

ÂŞIK

Size görmediğim şehirleri anlatamam, Hayalî.

HAYALÎ

Pekâlâ, artık ne şehrinin kadınlarını ne de şehirlerini dinlemek istiyorum Âşık. Geçmediğimiz tek bir şehir kaldıysa o da henüz adını duymadığımızdır. O kadınlar, hayal. Doğdukları da hayal, doğdukları yer de... Burası Buharkent ki, burası da hayal… Söylesene sen bana, sen buraya da âşık mısın yoksa?

ÂŞIK

Gitmeden bilemem, efendim.

HAYALÎ

Gitmeden... Ben sana söyleyeyim Âşık. Buharkent bir burgaçtır. Sen burayı sevemezsin. Buharkent’ ten gidilmez. Buradan geçen, burada kalır. Buharkent bilinmez. Buharkent bilmez. Öyle ki hiç kimse burada sana doğmadığı bir başka kentten bahsetmez.

ÂŞIK

Hayal değilse de...

HAYALÎ

Duymadığın bir kent mi gördün?

ÂŞIK

Görmediğim bir kent duydum.

HAYALÎ

Sen âşık olmuşsun.

ÂŞIK

Fethettiğimiz kentlerin çocukları gibi, Hayali, ağaç yaşken eğilir, değil mi? Efendim?

HAYALÎ

Fethettiğimiz kentlerde çocuklar yoktur, Âşık. Bizim fethettiğimiz, şehir ve çocukluklardır.

ÂŞIK

Bu şehir de diğerleri gibi hüzünlü geçti
Bitmedi bu seferin de sonunda özlemler
Seni bana yaklaştıran gecelere yazık ettim
Yazık ettim kendime bütün gece

Ayrılık yine bitmedi hasretine doyamadım
Özlemler kesilmedi sana sarılamadım
Ayrılık yine var sen git dedin diye
Sen gel dediğin için geldim
Git dediğin için gidiyorum

Ne fark eder
Nasıl olsa her şey senin için
Senin için her şeye değer

KORO

Perde!
Kaçırdığın her şansa bir harami karıyorsun
Kıvılcımla örtecek
Yıldırımlar toprağı
Benek benek mi etti yamacında seni bekleyerek
Sen bir yudum almadan ateşten geçiyorsun

Uyuduğunda beni görmeni istiyorum
Uyandığında beni görmeni istiyorum
Eski bir satir
Günaha varmış olsa sır tutabilir
Teğet hislerden
Perdeyi çeken ellere söylüyorum
“Ayrılık görüntüdedir”

9 PERDE GAZELİ

ÂŞIK

Eli elinde esir ağlara benzer perdemiz

HAYALÎ

Gönül gönle misafir, dağlara benzer perdemiz

ÂŞIK

Çift başlı bir serçeydi, mavi yelkenlere bindi

HAYALÎ

Bu denizde ne gam, ne dert, ne keder perdemiz

ÂŞIK

Perde perde ayrılık o, perde perde arşıâlâ

HAYALÎ

Aşkın taht kurduğu yerde yankı yapar perdemiz

ÂŞIK

Camlar kalbini eğdi, camlar canın kalbini eğdi

HAYALÎ

Birleşin! Dünyanın tüm sahneleri perdemiz

ÂŞIK

Kim âşık kim hayali, Mete bilir vesselam

HAYALÎ

Maskedir, gökyüzüne sahhı çeker perdemiz
-------------------------------------------------------------------------------------------------
PERDE

SEMİNER


KURAM
(Bu tartışma facebook'ta sürdürülmektedir)
http://www.facebook.com/board.php?uid=5159668636&f=8

Bu aslında geriye yönelik bir çalışmadır.
Teatral etkinliğin, içgüdüsel süreçlere ne kadar hizmet ettiği ve eylemin bir dramaturjik yapısının var olup olmadığı, “kuram”ı da karışık ya da tutarlı olsun olmasın, düşünce pratiğiyle sınırlı kılmakta.
Günümüz sahne içi ve sahne dışı pratikleri, adeta delilik olarak görülebilecek bir deneyselliğe bürünmüşken, hareketi, kendi kontrolü altında tutup gerçekleştirebilen bir arka alan olarak ifadesizleştirmektedir. Sahne dili tıpkı oyuncunun bir eylemi gibi, düşsel ardılanda beslediği tüm dinamiklerden kaçıp kurtulma eğilimindedir. Sahneye çıkmadan neler olmuş olduğu ya da indikten sonra neler olmuş olabileceği düşsel alanda gereksizdir. Sahne, ziyaret edilmediği sürece dilsizdir.
İnsan insan ilişkilerinde yapılan vurgular, teatral bir mekân içerisinde gerçekleşen hikâye anlatım süreçlerini, izleyicinin aleyhine geçersiz kılar. Duyulabilecek kadar yakın olmak, görülebilecek kadar yakın olunduğu anlamına gelmez. Bu hareketsizlikte seyircinin tüm duyguları köreleceğinden, etkinlik, eyleyenin görünmez parçaları birleştirebilmesiyle oluşur. Bu zamansal imgelem, iletişimi insan mekân içerisinde tekrar yapılandırmaya zorlar. Devinim niteliğini kaybeden hareket zamanla ritüel değeri kazanarak imgeleri olası kılar. Sahne dili sembolizmden animizme kayar iken, oyuncu, seyirci imgelemini kavrayarak nihai hareketini tamamlar; kımıldar.

UZAM

Bir insanın kısa bir zaman için de olsa belli bir mekanda bulunduğunu kanıtlayabilecek bazı bulgulara rastlanması. Pencere, perde, çerçeve vb.
Tiyatronun yaşamın ta kendisi olduğu düşüncesi, tiyatronun seyirciyle yaşanan topyekün bir tecrübe olduğu düşüncesi ile çelişr. Seyirci fiziksel olsun, metafiziksel olsun sahnedeki edime uzaktır. Aynı düşü görmek gerçekle tüm bağları kopmuş bir gerçekliği görmek değildir. Bunu yaratmak için dünyadan soyutlamış bir uzam yaratmak gerekir. Hareket oyuncunundur ve seyirci bunun dışında tutulmalıdır.

Eylem

Hareket ediyorsa yaşıyordur: önce bir şeyin kımıldaması lazım. Evrende sadece iki şeyin arasında fark vardır; hareket edebiliyor olmak ve hareket edemiyor olmak.
Herkes kendini ifade etmek için kullandığı araçların tutsağıdır. Dramaturjiyi fazla kaçırmış sahne, seyircinin üstüne kusar. Anlatım dilini zenginleştirmek için eyleme geçilmelidir.İçgüdüsel hareket engellenemez.
Tiyatro eylememizi isteyen kimdir?
Seyirci mi, oyuncu mu, yönetmen mi, yazar mı?

Yazar
Hepsinin günahını yazar keçisi çeker.

Yönetmen
Tiyatro dışından gelmediği sürece gereksizdir. Sadece konusunda en iyi olanlar yönetmencilik oynayabilir.
Komuta birliğinden daha önemli olan amaç birliğinin sağlanarak yetki devrinin zamanla gerçekleştirilebilmesidir. Kapağı iyi sıkılmadığı sürece şişenin havası kaçacaktır.

Oyuncu
Oyuncu doğası, Dünya bir sahnedir sözünde vurguyu dünyada zannedip çıktğı sahneyi de dünya zanneder. Vurgu sahnededir: dünyanın sahnede ne işi olabilir.
Oyuncunun en büyük paradoksu kendi taklit yeteneğini sergilerken, bir yandan da insan doğasına uygun olarak farklı olana direnmeye çalışmasıdır. Bu sorunu silmeye çalışmak yeni paradokslara neden olur.
Sahne cevap vermez, sahne soru sorar.
Tiyatroyla yaşıyor gibi olmak, oyunculuk değildir. Hasta ruh hasta olduğunun bilincindedir.

Temel Sorunlar

Temel sorun "Neden Tiyatro" dur. "Çünkü Tiyatro" zamanın mekana eklendiği yerdir: 4 boyutludur. "Aşk" ta olduğu gibi; "şu anda olmak istediğim başka bir yer yok" demektir. "Şimdi" "burada"; hepsi bu...

Yapılabilirlik
Sahnelemenin ilk koşulu yapılabilirliktir, istatistik değil. Biz muhasebeci değiliz. Finans, kadro, sahne, seyirci gibi fiziki koşullar projenin ilk kıstaslarıdır. Bu şekilde proje yarım dahi kalsa, yaşanmışlık herkes için yeterli olabilecektir.
Bir tiyatro yirmibeş yıl aynı dili konuşabilir. Ardından revizyon değil devrim gerekir.

İzlenebilirlik
Teatral akımların tümü, görsel-işitsel olarak tanımladığımız sahne araçlarına yapılan vurguların farklı olmasından doğar. Kimi teatral düşünce seyirci adına metni dışlarken, kimisi dekoru yüceltir. Müzik kiminde anadil kiminde fondur. Oyuncu ise hiyerarşinin her zaman en tepesindedir. İnsandan başka birşeye oynanmıyor ise.
Sahne izlenebileceği duruma mutlaka ulaşacaktır. Oyun esnasında sayısız kez o doyuma ulaşılır. Seyirci gördüklerinin sahte olduğuna değil gerçek olduğuna dair kendini güdülemiş olarak oyunu izler. Sahneyi "sah" kökünden türeten seyircidir. "Sah" arapça doğru, gerçek anlamındadır.(sahi, sahte, sahur, seher, saha, sahan)

Anlaşılabilirlik
Sahnenin seyirciye geçmesini belirleyen şey oyuncunun ne kadarını bilmesi gerektiğidir. Oyun oynanırken aslında ne olmaktadır? Bu soruya verilecek tüm cevaplar filozofik spekülasyondur.
Bağbozumu ayinlerinden günümüze kalan "anlatıcı", sadece sahne gerçekliğinde yaşayan korobaşı olarak, sahneye adanmış bu hayat yüzünden Dionysos'un meleği halini alır. Sahnede yaratılan duyguyu düşünür, düşünceyi hissederler. Bu tecrübeyi anında, topyekün seyirciye aktarmaları anlaşılabilirliğin en kestirme yoludur ama epik tiyatroda künk ve tomruk olarak kullanılırlar.

Sahne Çalışması

Sahne çalışması sırasında oyun -masabaşı, prova ve temsilde- sürekli değişir. Hiçbir çalışma bir öncekinin devamı niteliğinde değildir. Oyun su gibidir; tutamazsınız. Avuçlarınızdan kayıp gider. Ancak bir avuç toprağı elinizde tutabilirsiniz ve o toprak metindir.
Sahne çalışmalarının yegane amacı -özellkle amatör gruplarda- çok sınırlı olan çalışma saatleri içerisinde en fazla verimliliği sağlamaktır. Bu doğru motivasyon ile olur. Profesyoneller amatörlere motvasyonu, mo-ti-vas-yon diye heceleyerek öğretirler.

Masabaşı
Oyunun ilk masabaşı çalışması, oyunun ilk temsil gününün belirlenmesidir. "Bu bir sihir" "kervan yolda düzelir" ama sorun, çıkmadan çözülürse öngörü ve yetenekten sözedilebilir. Yaşadıklarından hiçbirşey öğrenemeyenler her sene sahnede aynı şeyle karşılaşır.

Prova
Masabaşında hiçbirşey yapmadığımız provalarda belli olur. Tüm laflar sahneye danışılmadan sarfedilmiştir. Oyunun metnini değiştirdiğinizde oyunun fikrini değiştirmiş olmazsınız. Bunun için kendinizi değiştirmek zorundasınızdır. Deneysellik size kendini provalarda verir.Seyircinin gözü yukarınızdadır.
Provalarda kaydedilen ilerleme değil, tecrübedir. Sıçan tüylendikçe üşür. Doğaçlamalardan elde edilen kazanımların maximum korunduğu temsil iyi temsildir.Bunlar tüm çalışmalarınızın %3'ünü oluşturuyorsa, siz çok sağlıklı bir ortamda tiyatro yapıyorsunuz demektir.

Temsil
Oyun temsilde değişmeye devam eder, aynı suda iki kez yıkanılmaz misali. Seyirci temsilde prova alır.Çünkü sahneye çıkan merdivenle sahneden inen merdiven aynı merdivendir.

TANGRAM

Batının "less is more" dediği, doğunun "bütün parçalardan fazladır" diye anlattğı "varlık kazanç getirirse, hiçlik yarar getirir" düşüncesini en basit haliyle stilize edebilmiş bir Çin oyunudur Tangram. Biçime yapılmış bir saygı gösterisidir. Nasıl biçimci olabildiğimi sorarlar. Ben Aerodinamikçiyim; sesden hızlı gidebilme için kuyrukta zaten varolan kanadın sabit değil hareketli olması gerekiyordu da ondan.

Mekânsal İlişkiler

Mekan ve mekansal ilişkiler; oyunun metinle, seyircinin sahneyle, oyuncunun dekorla kurduğu ilişkidir. Sürekli devinimi esas alır, varolmakla yokolamak arasında gidip gelir. Anlaşılıp anlaşılmamak arasında yitip gider.
Oyuncunun ve seyircilerin yön duyguları ortak değildir. Çerçeve sahnede seyircinin sahneye göre yönünün değişmesinden bahsetmiyorum. Izgara çizgilerle yaratılan ayna efekti bu yabancılaşmayı giderir. Yada dekorun yönü markelemeyle düzenlenebilir. Söylemek istediğim bu nokta ve çizgiler -hatta ışığın yönü- bir bilinçaltının kıvrımları gibi yönsüzdür.

Sahne Plastiği
Bilinçaltı teorisiyle, görsel süreçlerin iştsel süreçlerden daha etkin olduğu düşüncesinin gelişmesi 20. asrı amblemler uygarlığı haline getirir. Kapalı ya da açık tüm kodlar -oyuncu dahil- sahneyi diğer iletişim araç ve teknolojilerinden arıtmaya yöneltir. Işık, hikayeyi anlatmak için kullanılan destek olmaktan çıkıp, hikayesini anlatmak için destek aradığımız bir nesneye dönüşür.

Sanhe Fonetiği
Fonetik; konuşma, müzik ve müzikimsiden oluşur ki müzik bile toplam işin zaten yarısı demektir. Ses tasarımı dekor tasarımının en ayrıntılı parçası halini alır.Müzikimsiden kasıt "gürültü"dür ya da efekt. Ses imgedir; müzik en soyut sanattır bu yüzden... Tüm sanatlar müziğe benzemeye çalışır.

Sahnenin Dramaturjik Yapısı
Oyunun ipliği sahnede pazara çıkacağı için, yazıldığı dönem ve amaca yönelik araştırmalar, kapsamlı bir reji düşüncesiyle, günümüz iktisadi - siyasi ortamına uygun bir bakış açısı ile ele alınarak tekrar ziyaret edilir. Kent, mimarlık, moda ne güncel olan ne varsa,oluşturdukları kolaj, artık tasarımın birer parçasıdır.
Bir oyun, bir ferbotta, denizin ortasında, günbatımından şafağa kadar oynanabilir. Scene'nin üzerinden günbatımını fon olarak kullanan antik yunan tragedyaları gibi.

Sınırların Ötesi

Sınırların ötesi; sahne tozunun yutulduğu yer, 4. duvarın arkası, afişin asıldığı yer, sahnenin seyirciye katlandığı yer, seyircinin görüpte sahneyi hatırladığı yer, gazete ilanı, turne aracı, facebook, havada daire çizilen yer, karanlıkta göz kırpılan yer, hem uçulup hem hayal kurulan yer.

Metinlerarasılık
Sadece yazılı metin değil, görsel-işitsel tüm sahne araçları birer metindir. (Dekor metni, ışık metni, müzik metni, oyunculuk metni, vb.) Metinlerarasılık, tüm bu sahne araçlarını bir cümlenin öğeleri gibi biraraya getirip, "sahneleme metni"ni oluşturmamızı sağlayan kavramdır.

Disiplinlerarasılık
Renaissance insanı ya da Antik Yunan-Roma Sanatçısı olmak, saray danışmanı olmamak. Asıl bu çağda herşeyden biraz da olsa anlamamız gerekmekte.Bir tanesinde de uzmanlaşmaya çalışmak. Tiyatronun tüm sanatları içeren bir disiplin olduğu saçmalığından bahsetmiyorum, adının dahi henüz icat edilmediği farklı disiplinleri içermesinden bahsediyorum.
Soru "neler oluyor"dur. Cevap ise belirli bir cümle değil, tüm iletişim ve sahne araçlarını işin içine katarak bu soru işareti üzerine yapılan denemelerdir. Bu denemelerin yenilikçi olması için metinlerarasığa vurgu yapması, ilerici olması için de disiplinlerarası bir söylem geliştirmeye çalışması yeterlidir.

Kültürlerarasılık
Köklerini yanlış yerde arıyorsan yaptığın herşey çiğliktir. Bunun müzik ya da imgelerin evrensel diliyle, oyuncunun gestusuyla, toplumun bilinçaltıyla hiçbir alakası yoktur. Edep her toplumda farklı olabilir, ama "olmamış", her kültürde -kabilelerden uygarlıklara kadar- "olmamış"tır. Çiğlik köklerden gelmez dallardan sarkar.
Biçimcilik, kendisini dünya ve insanlarından kopuk, doğanın mahremiyetinden uzak, derin insana olan inancını yitirmiş gibi gösterebilir: başarılı olmuş demektir. Eksik ya da fazla bir biçim taşımıyor demektir. Önemli olan zaten, bu biçimin altında halen bir ahengin olağan yüceliğine rastlayabiliyor olmamızdır. Biçimciliğe küfretmek, yaşamda yitirilmiş olan inançların gösterisidir. Biçimcilik; devrimci, romantik ve nostaljik yalan mikroplarının aşısıdır.

Sahne Dışı Çalışması

Atlanmamalıdır; afişleme yapmakla, basın bülteni hazırlamakla bitmez bu iş. Kendimizi çevremizden dışlayarak nasıl çağımızın tanığı olabiliriz, nasıl doğamıza ayna tutabiliriz? Sahne için seyircinin önemi, halkla ilişkilerin değil insan kaynakları yönetiminin konusudur.
Tıpkı bir sahne üstü çalışması planlanır gibi -masabaşı, prova, temsil- planlanmalıdır; uzun vadeli, orta vadeli ve çok kısa vadeli. Enkısa vade premier ile dolar. Tepkilerin yapılandırılması orta vadede, "yaşadıklarımdan öğrendiğim birşey var" demek uzun vadede gerçekleşir.

Oyun ve Oyuncu Seçimi
Oyun ve oyuncunun seçimi bence en büyük sorundur. Ego çatışmaları açısından değil, cahilliğin mutluluk olması açısından. Mesela büyük bir kütüphaneden bir oyun seçin. Seçemezsiniz: neye göre seçeceksiniz. "ama ben tiyatro yapmak istiyorum", "bana ne kardeşim". Nasıl bir tiyatro yapmak istediğini söyle.

Popülite ve Popülizm
Popülite başka şeydir, popülizm başka. Herşeyden önce bir hedef kitlemiz olmalı. Reklamcı değiliz ama olmalı. Çünkü biz de o popülitenin içindeyiz. Popülist olmamalıyız o başka; popüliteyi kullanabilmeli, populist davranmamayı bilmeliyiz.
Seyircinin oyuna sahiplenmesi gerekir oyuncuya değil. Sahneye sahiplenmesi gerekir tiyatroya değil. Tiyatro büyük sanat, şu ya da bu aktör büyük oyuncu değildir. Popülizmin bu gibi hastalıklı tavırları olmayan popülite şuna bilir: bunlar benim oyuncaklarım; "Sen git kendi oyuncaklarınla oyna".
Rubinstein'a her konserinde neden Beethoven çaldığını sormuşlar. "Her zaman Beethoven dinleyebilecek seyirci vardır" demiş.Tek gerçek sponsor seyircidir. Shakespeare de zengin ölmüştü. (olmuştu yazacaktım)

Tepkilerin Yapılandırılması
Seyircinin tepkisini alkıştan yada gülüp gülmediğinden anlamak imkansıza yakındır. Seyirci, tepkiyi sahnedekine değil yanındakine verir. Bu yüzden dönem ruhu "zeitgest" dedikleri şeye bakmak gerekir; tv'nin yönlendirdiği bir seyircinin bizi yönlendirmesine izin vermeliyiz. 4. duvar uzaktan kumandayla aşılmaz.
Çoğul seyirci için niceliksel çalışmalar; medya, kitap, cd vb., tekil seyirci için ise niteliksel çalışamalar; iyi repertuar, iyi sahneleme yapılmalıdır. Çoğul seyirci yaşken eğilir; lakin çocuk tiyatrosundan uzak durulmalıdır.

İDEAGRAM

Çin alfabesi ideagramlardan oluşur. Bir ağaç ideagramı ağacı sembolize etmez. İdeagram ya da ideagramlar-çok fazla sayıda oluşturulabilir- bir ağacın metaforu değildirler. Bir Çin'li için bunların hepsi aynıdır: doğayı kavramak için doğaya "yabancılaşması" gerekmez.

Görüntü Okuma

(Ayrılık görüntüdedir)
Sinemadaki flashback'lerin yerini tiyatroda görsel hafıza alır. Oyun esnasında sahneye markeler -bunlar gestus dahi olabilir- konulmalıdır. Bu markeleri muhayyelesinde kaybetmeyen seyirci, oyunu kendisinden başka kimsenin bu şekilde izlemediği düşüncesine kapılabilir. Sahne ile kurulan bu kişisel bağ, "tekil" seyirci olmanın tek koşuludur.

Gerçek
İzlenen yapıtla o yapıta bakan kişi arasındaki sınır sahnede olan olayların gerçek olmadığı düşüncesi ile son bulur."var olmak için kendini olmaya bırakmak yeter,ama yaşamak için,birisi olmak gerekir." dedi Artaud, Ve her gerçek olduğunu düşündüğümüz şeyi -bu bir nesne, bir fikir ya da bir ayrılık olabilir- aslında ne olmak istediğini sormayı öğretti.
“insan, yürüyüşü taklit ederek bacağa hiç benzemeyen tekerleği buldu. Sürrealizm budur” der Guillaume Apollinaire.
"Gördüklerimiz bildiklerimize uymayasa da gözümüzün gördüklerine inanmalıyız. Güneşe farklı açılardan bakarsanız, geceyi ve gündüzü yok edersiniz. Sahnede zaman yoktur.
Gördüklerimiz bildiklerimize uymadığı zaman hiçbir vakit salt gördüğümüze inanmayız. Gördüğümüz-yani üstten gelen dışsal bilgi- ve bildiğimiz -yani alttan gelen içsel bilgi- birbiriyle çelişince arada kalan bilişsel süreç işine gelicek, tatmin edecek yada şaşırtacak en iyi bilişsel manevraları, oyunları, illüzyonları yaparak gerçeği yeniden yapılandırır (reconstruction). yani ne dışarıdaki bilgi ne içerideki bilgi ne de gözde retinaya düşen 2 boyutlu bilgi (biz alıp onu içeride kendimize göre 3 boyutlu yaparız çünkü:) tamamen gerçekliği yansıtır. İnsanın gerçekliği, yeniden yapılandırdığı, ürettiği kendine özel subjektif bir durumdur." diye ekledi Duygu Cantekin.

Yanılsama
"tiyatro yaşamın ikiziyse eğer,yaşamda sahici tiyatronun ikizidir" dedi Antonin Artaud, Ve tıpkı Narsisyos gibi kendini -Vahşet Tiyatrosu- silüetinde yitip kaybeder. Sahne risktir; inemezsiniz sonra. İnsanın metaforu olarak bir başka insan: bu yanılsama olamaz.
Asıl sinestetik olan yanılsamadır. Renkleri duymak, müziği tatmak bilinçli görmenin mimarisidir. Bir hasarın dünyayı görmemizi nasıl değiştirdiğini analamamız için algıları gerçekte var olmayan belleklerde tanımlarız. Bebekler, kendilerini ve kendi dışındakileri bu şekilde öğrenir. Gerçek, yanılsama penceresinde filtre edilir.

Sembol
Müzik bir tartım ile zaman öğesi taşımasına karşın, dünü sembolize etmekten yoksundur. Notaları okumak müziği var etmeyeceği gibi, amnezi de yaratmaz. Sahne ise bir saat gibi zamanı gösterir. Zamanı gösteren saattir: cep telefonları maati gösterir.

Anıtsallık

Dikilitaştır; yönsüz ve izahsız. Elde kalandır. Yirmibeş asır öncesi için amfi- tiyatroları ve metinleri, geçtiğimiz asır için Youtube'dur.
Hür iradenin bir seçim olmadığı; yolun tek olduğu, dengenin dilemma olmadığı, onu yapmak ile bunu yapmak arasındaki farkım yapmak ile yapmamak arasındaki fark karşısında ihmal edilebilir olduğu, sesin; sessizlik ve gürültüden oluştuğu, yaşamın; varoluş ve ölümden oluştuğu, yolun ise gitmek ve durmaktan ibaret birşey olduğu anıtlarda söylenmiştir.

Şiir
Görsel imgelemin seyircinin kafasında canlandırılmasıdır.Yalnız başına ve tüm sahne araçlarıyla beraber HİSSETTİRDİĞİDİR.Ritmdir, tartımdır, ahenktir, kafiyedir; ARUZDUR.
Şarap;Bağbozumu; yeniden doğuştur; resimlerde genellikle sarhoş adamların ve coşmuş kadınların karşısında gösterilir. Bir yandan bereketin ve sürekliliğin, bir yandan da kendinden geçmenin ve ahlakî düşüklüğün simgesidir. İÖ 2. yüzyıl başlarında yaygınlık kazanmış, Roma Senatosu tarafından devlet güvenliğine büyük bir tehdit olarak görülmüş ve yasadışı ilân edilmişti.
Ben şarap içiyorum, doğrudur;
Aklı olan da beni haklı bulur:
İçeceğimi biliyordu Tanrı,
İçmezsem Tanrı yanılmış olur.
Hayyam

Tragedya
Aiskhlos’un katkıları ile uzaklaşılan ritüel havasından, Elizabeth Dönemi Tiyatrosu'na kadar tragedya da nasibini alır. Tragedya demek klasik demek değildir. Tüm gerçek romantikler klasiktir; romantik olamayan romantikler, romantiktir. Ve şte bu yüzden ve de ne yazıktır ki tüm klasikler romantik değildir.

Destan
Tarih düşüncesidir; sözlü yada yazılı nasıl olursa olsun hikaye anlatıcılığı geleneği her toplumda destanlara dayanır. Nevarki efsaneler ne kadar güzel olsalar da gerçek her zaman için daha güzeldir.

Etki Yaratmak

Tragedya, komedya ya da grotesk... Etki yaratmak türe bağlı değildir. Grotesk oyunculukta abartmamak yoktur diye es vermeden istediğiniz etkiyi yaratamazsınız. Çehov'da var diye, seyirciyi, uzun es'lerle sıkabilirsiniz. Bıçağın uzunluğu değil girdiği yer önemlidir diye okumuştum bir yerde.Es vermek de böyle birşeydir oyuncu için.

Çarpıcılık
Amaç, sahne araçlarının toplamından çarpıcılık etkisi yaratmaktır. Kostüm, dekor, oyuncu hatta aksesuarlar birleşir; ve bütün parçalardan fazladır, görülür.

Rastlantısallık
Rastlantısallığa olanak tanımak genelde tiyatro anılarına dayanan bir kotarma edebiyatıdır. Aslında rastlantısallık, evrende yalnız ve yalnız sahnede vuku bulur. Oyuncunun çevresinde dolaşan hava dahi türbulans kanunlarına aykırı hareket eder.

Eş Zamanlılık
Bundant kasıt seyircinin bir adım önünde olmaktır. Yahut bir karış tepesinde. Ama bu bizim daha zeki olduğumuzu göstermez. Biz daha hazırlıklıyızdır o kadar. Seyirci herşeyi gören ve bilendir.

ATÖLYE


Vuslat sahilde bir insan gibi yürüyor
Orfe suyun üstünde toprakta gibi duruyor
Her biri bir kapıdan girip bahtiyarla birlikte
Cennet Bahçesine geldiler tepedeki çimenlikte


Simli halkalar gibi donmuş ovası
Dünyeviliğin başkentidir Eos’un Roma’sı
Takımyıldızları, keçiboynuzları, ayçiçekleri
Lirin izini süren, örümcek ağları, sümüklü böcekleri


Orfe bir şiir söyledi liriyle bu bahtiyar adama
“Canı gönülden selam iki gözüm, canı gönülden selam sana”
Suya sınır bir cihannümada idi sır
“Ölüm asude bahar ülkesidir bir rinde” yedi asır


Hades’ ten girilen o naif burgaçta
Coctus, Lathe, Acheron, Styx, Phylegethon yamaçta
Geçtik gördük ki Selam Kapısı’nda hepsi buradalar
Elysion Mührü’nden gelip Cennetpulu Rıhtımı’ndalar

MAVİ DENİZ / MERDİVEN & MERCAN & MERCEK
















Selam
Geriye dönüp bakmadan
Kanımı boğazımdan alan
Selam
Rengini boğazımdan silip
Geceye satan
Cehennemin açgözlü dişisi
Selam
Kırmızıyı geceye satan
Selam
Yavaşça uzar gölgem
Sisten uzaklaştıkça
Büyür bu köşe cadde kaybolur
Müzik biter sesler kesilir
Alkış yitip ışık yansır
Düşmemek için tutunduğum
Ağacın eldivensiz elleridir
Yükselmek bu işin temelinde var
Sesli harfleri bir bir atar gibi




















Çekilecek bir tarafı yok
Yüzüme dökülen buharın
Gülen atlar koşuyor bana doğru
Sürekli ismini söylemek gelmiyor içimden
Bu düşüşün zamana vektörüdür hayat
Aydaki adalardan
Adalarda aydan
Ve aynadan
Bu, şu, o
Ayın battığı akşam
Doğacaktır sana
Seyir Yıldızı
Uyanmasam duyamayacaktım
Gözlerimin pasının çizildiğini
“Keşke” olmaz
Ölmeyi bilmek gerek demek ki
İlginize teşekkür ederim yine de
Özürsüz sevene teşekkür haramdır bilirim
Düşününce biz de bu hiçlikte kaybolur
Düşünce biz de belki iyi adam oluruz belki
Her şeyin bir sonu var
Gelmenin de gitmenin de
Sevdadan uzakta
Başlangıç olur aşk
Havasında küfür tanecikleri
Ve efesinde dağları
Dilimde başka tadımda başka
Aynı ses aynı saç aynı taç
Ama
Karanlıkta
Zamanı kaçınca
Beklenti olur aşk
Alkış bekler mi bebek
Yeni doğdum diye
Salak dedikleri hain
Yalancı dedikleri kardeşim
Susturmak haramdır alkışı su bilene
İşaret verenin adı
Altta kalanın canı çıkar
Bu kara gürültüde
Sevgilisidir ayın zora giden ahmaklık
Hepimizin zoruna gider biliyorum
Zaman hepimizin bir fahişe olduğunu söylüyor
İyi bir insan taklidi bu
Yediğim herzelerin yüzü suyu hürmetine
Kendimi eğlendirmeye çalışırken oldu tüm bunlar
Atmosferin üzerinden güneşe eğilmiştim
Kalem elimdeydi
Tek kanatlı bir kelebek gibi
Sanki bir kamerayla düşüyorum